100 yıllık hayal: Haftada 4 gün çalışmak

Sanat düşkünü
8 min readJan 29, 2022

--

Son 2–3 senedir gittikçe yoğunlaşan bir tartışma var. Konu basit: Haftalık standart çalışma süresi 5 yerine 4 olabilir mi? Üst üste konu hakkında kitaplar, yazılar çıkıyor, her hafta major bir Batılı gazetede konu ile ilgili bir yazı parlatılıyor. Sayısız Linkedin postu, twit, blog yazısı, podcast da cabası. Yeni Zelanda, İngiltere gibi ülkeler büyük çaplı deneylere girişti konuyla ilgili. İspanya, İskoçya vs. sırada. Microsoft gibi bazı şirketler yaptıkları deneylerin sonucunun pozitif olduğunu söylüyor. Çok sayıda teknoloji şirketi de bu şekilde daha iyi yetenekleri çekebildiklerini söylüyor. Covid ile birlikte değişen çalışma hayatında nasıl ki evden çalışma artık çoğu şirkette geri dönülemeyecek şekilde standartlaştı, haftalık 4 günün de benzer bir şekilde standartlaşacağı anlatılıyor. Heyecan verici ama yeni bir tartışma değil. Hatta tam tersi unutulmuş bir tartışma.

1926'da Henry Ford günde 8 saat, haftada 5 gün çalışmayı fabrikalarında standart haline getirdi. On yıllardır süren “eight hours for work, eight hours for rest, eight hours for what we will” (8 saat iş, 8 saat uyku, 8 saat de ne istersek) mücadelesi böylece en büyük zaferlerinden birini kazandı. Aynı dönemde Amerikan çelik endüstrisinde standart çalışma saatlerinin 6x12 olduğu düşünülürse ne derece büyük bir olay olduğu daha iyi anlaşılır. Ufak ufak, sektörel ya da firma bazlı 8x5'e geçenler olmuştu ama 1930'lara kadar yaygın bir uygulama olamamıştı.

Gelmiş geçmiş en zeki kapitalist

Bu olaydan sadece 3 sene sonra Büyük Buhran ABD’den başlayarak bütün dünyayı sikti attı. Önce borsa çöktü, vatandaşın birikimi tuzla buz oldu. Ekonomik talep büyük oranda bitti. 1930–1932 arası kriz bankacılığa sıçradı. Mevcut bankaların 5'te 1'i battı. İşsizlik daralan ekonomi ile fırladı ve toplum korkunç bir fakirliğe gömüldü. Bu esnada eski bir Ku Klux Klan üyesi olan Alabama senatörü Hugo Black, haftalık çalışma süresini 30 saat ile kısıtlayan meşhur bir yasayı senatoya sundu. Yasa senatoda kabul edildi ama mecliste reddedildi. Black’in hesabı basitti. İşsizlik patladı. Talep yok, dolayısıyla üretim de yok. İnsanlar maksimum 30 saat çalışırsa, fabrikalarda 1 yerine 2 kişi çalışır, bu da hem işsizliği düşürür hem de bu sayede cebine para giren vatandaş talebi canlandırır. Fakat başkan Roosevelt, yasayı fazla agresif buldu. Patronların ciddi bir kısmı da yok artık dediği için haftada 30 saat hayal oldu. (Hugo Black muazzam ilginç bir karakter. Roosevelt kendisini sonra Supreme Court’a atıyor. Eski KKK üyesi güneyli Black, eğitimde ırk ayrımına ve dini müfredata yasak koyan bir sürü kararın baş destekçisi oluyor ve güneyde en nefret edilen beyaz diye anılıyor. Nerdeeen nereye)

Hugo Black

Black’in önerisi Amerikalı patronlara göre agresifti ama Ford gibi bazı patronlar ve sendikalar da çalışma saatlerinin düşürülmesi için bastırıyordu. Şimdinin aksine 1800'lerin sonlarından itibaren üretimde verimlilik arttıkça çalışma saatlerinin azalması gerektiği çoğu kişi tarafından savunuluyordu. O kadar ki Keynes böyle giderse benim torunlar haftada 15 saat çalışır geçer diyordu gevrek gevrek gülerek.

Keynes gevrek gevrek gülerken

Keynes de Black ile benzer bir hesabı yapıyordu ama Black’in aksine verimlilik artışının etkisini de anlayabiliyordu. Bu sayede aynı işi çok daha az çalışarak yapabiliyordu işçiler. Çalışma saatlerindeki azalma trendini de hesaba katarak Keynes bu sonuca varıyordu. Peki sonra neden kesildi bu trend? Ne oldu?

Evvela Büyük Buhran ve hemen ardından gelen Dünya Savaşı insanları ciddi şekilde korkuttu. Azıcık aşım kaygısız başım modeli çoğu insanda geçerliliğini yitirdi. Savaş sonrası gelen ekonomik büyüme de insanların hayat kalitesine pozitif olarak yansıdı. İnsanlar tüketime ve varlık birikimine ikna edildi. Verimlilikteki artışlar Keynes’in öngördüğü gibi çalışma saatlerini azaltmadı, gelirleri arttırdı. İşçiler durumları iyiye gittikçe sendikalardan desteklerini çekmeye başladılar.

Sonra 70'ler geldi. İşçilerin yüksek masraflarına petrol fiyatlarındaki artış da eklenince karlılığın dip yaptığı dönem. Enflasyon yükseldikçe artan faizler, değeri artan dolarla beraber azalan ihracat, Çin ile anlaşma ertesinde Çin’e koşarak kaçan üretim, devletin her köşede sendikalara darbe indirmesi ve fırlayan işsizlik ile dip yapan işçinin pazarlık gücü. Aşağıdaki grafikte hepsi var bunların. 70'ler ile birlikte üretimdeki artan verimden işçiler başını almaya başlıyor. Deli bir makas açılıyor. Thatcher-Reagan gibilerin de güç kazanmasıyla deli gibi işsizlik ve deli gibi düşük ücretler dönemi yaşanıyor dünya çapında. Kapitalist sistemin belki de tarihteki en kuvvetli karşı saldırısı. (İşçiler de ne yazık ki bu saldırıyı hiçbir ülkede karşılayamadı. Sadece 1981–1983 arası mavi yakalı işçilerin yüzde 21'i işten çıkarıldı mesela.)

O vakte kadar başa baş giderken, 1970'ler ile birlikte saatlik işçi ücreti sabit kalırken verimlilik fırlayıp gidiyor.

Bu dönemde gelirlerini biraz korumayı başaranlar sadece teknoloji ve alakalı alanlardaki beyaz yakalılar oldu. Elbette şirketlerin kar hırsından onlar da nasibini aldı. Gelirleri düşmedi ama çalışma saatleri ve yaptıkları işin zorluğu her sene arttı. 1 kişi 3 kişinin yaptığı karışık işleri yapmaya ve haftada çok daha fazla saat çalışmaya başladı. Aşağıdaki grafikten de görülebileceği üzere teknoloji çalışanları inandıkları gibi müthiş bir muamele görmedi aslında. Yarattıkları verimlilik artışı başka hiçbir yerde yokken aldıkları pay eh işte seviyesinde kaldı.

Sorumuza geri dönersek 1930'lara kadar verimlilik artışları ile insanların daha az çalışması mümkün olmuşken ne olmuştu da bu trend kesilmişti? Neden çalışma hayatında bu konuda 1930'lardan sonra tek bir kayda değer gelişme görmedik? Yukarda uzun uzun anlattığım kısmın özeti şu:

İkili bir piyasa yaratıldı. İyi işler ve kötü işler. Piyasa yüksek yaratıcılık gerektiren işler ile otomasyona uygun olan ama sırf karlılık yüzünden henüz yok edilmemiş işler arasında ikiye ayrıldı. Kötü işlerde çalışmak zorunda olanların durumu günden güne kötüleşti ve bırak daha az çalışmayı para versen daha çok çalışacak hale geldi bu insanlar.

Aşağıya bu konuda yapılmış bir anketi koyuyorum.

Yukardaki ankete katılanların yüzde 50'si 1 gün daha fazla çalışırım yüzde 20 daha fazla kazanacaksam diyor

100 yıl sonra neden şimdi?

İyi işlerde çalışma fırsatı olanların cebine giren para azalmadı ama hem iş yükleri, hem çalışma saatleri, hem de yaptıkları işin kompleksliği arttı. Şirketler 3 kişinin işini 1 kişiye yaptırarak oradan da karlılıklarını arttırdılar. Fakat bu iş modelinde sona geldik çünkü bu iş modeli büyük sıkıntılar yaşıyor. Az sayıda insana kompleks işler yaptırdıkça farkında olmadan o tek işçide bir bottleneck yarattılar. Bu insanların pazarlık payını istemedikleri oranda arttırdılar. Az sayıda olan bu insanlar ciddi paralar talep ediyor şu an ve piyasada her an iş bulabilecekleri için de eskisi gibi sıkıştırılamıyorlar.

Teknoloji şirketlerinin derdi sadece çalışan memnuniyeti değil. Aynı Ford gibi üretimi sanatsal bir aktivite gibi değil, parçalara bölünebilen ve standartlaştırılabilen bir yapıya döndürmek istiyorlar. 1 kişiye 200–300 bin dolar verip 3 kişilik kompleks bir işi yaptırmaktansa 3 kişiye 75'er bin dolar verip hem benzer kaliteyi elde edip hem de o 1 kişinin pazarlık payını elinden almak istiyorlar. Bu konuda çerçeveler uzun süredir oluşturuldu evet ama hala bu az sayıda insana bağımlı şirketler.

Remote iş modeli bu konuda şirketlerin gözünü açtı. Bazı kritik işlerin de mecburen parçalara bölünüp uzaktaki insanlar tarafından da yapılabileceğini keşfettiler. Şimdiye kadar off-shoring dediğimiz işi Hindistan gibi ülkelere paslama pratiği proje veya birim bazlıydı. Bazı işler, bazı projeler, bazı birimler komple transfer ediliyordu. Kompleks ve stratejik işler ana ülkede kalıyor, bu az sayıda insan tarafından yapılıyor; daha dandik daha otomatize edilebilen işler paslanıyordu. Artık her şeyin bölünüp parça parça yaptırılabileceğini hissettiler. Ama geride mühim bir kısım var. Bu geçiş nasıl olacak? Bu az sayıda kritik iş nasıl dağıtılacak? Sahipleri nasıl bunu kabul edecek?

Bunu da şöyle yapacaklar. Haftada 4 günü verip hem bu insanları şimdilik mutlu edecekler, hem de yerlerine 3'er 3'er yedek oyuncuları hazırlayacaklar. Haftada 4 güne iş sıkıştığı zaman bu az sayıdaki pahalı işçiler isteyerek işlerinin bir kısmını daha tecrübesiz insanlara aktarmak zorunda kalacaklar. 4 gün onların da işine geldiği için bunu da isteyerek yapacaklar.

Peki hükümetler ne istiyor?

Hükümetler ise işsizliği azaltmak istiyorlar. Bunun için işleri bölmeleri lazım. Aynen yukarda anlattığım Hugo Black’in önerisini denemek istiyorlar. İşsizlik özellikle pandemi ile birlikte batılı ülkelerde bir tehdit haline geldi. Zaten senelerdir çok yüksekti ama artık net bir tehdit. Hükümetler çat çat iş yaratamadıkları için, mevcut işleri bölmek istiyorlar. Gidip firmaya diyecekler ki:

Sen firma olarak haftada 4 gün çalışmak zorunda değilsin. Gel 1 kişi yerine 2 kişi çalıştır. İlkinin maaşını 2'ye böl, bana yaptığın ödemelere bir ayar çekeriz, masrafın arttırmayız.

Bunu nasıl yapacaklar? Emekliliği pratikte iptal ederek. Yani bu bölünerek yaratılan işlerin emekliliğe falan faydası olmayacak. Dünyadaki şu anki iş modelinde genelde yapılan iş 1 insanın 1 haftada yapabileceği işe bölünerek kaç kişinin çalışması gerektiği bulunuyor. Fakat böyle olmasa haftalık 5 iş günü tamamen eş bir şekilde bölünebilse ama şirketler yine totalde aynı parayı harcasa buna elbette evet diyeceklerdir çoğu otomatize edilmeye müsait iş için. Peki buna engel ne? Şirketler çalıştırdıkları işçi başına devlete ödemelerde bulunuyor. 5 kişi için bunu öderlerse masraf çok artar. Peki devlet buna bir ayar çekse ve işçi masrafı işçi üzerinden değil de tamamen parçalar üzerinden hesaplansa? Böyle bir düzende şirkete giren çıkan yok. Devlet de bu sayede işsizliği azaltıyor. Harika. Tek sorun işçinin rızası.

Çoğu sektörde bu tarz yevmiye modeline geçilirse insanlar sabit 4 günlük bir işte çalışıp 4/5 maaş alacaklar. Dolayısıyla haftada 4 gün çalışacak insanlar geçinmek için bu şekilde birden fazla işe girecek. 1 Tam İş + 1 Günlük iş gibi. Herkesin bir sürü şirkette 3 kuruşa çalışmak zorunda olduğu bir sistem. Burada tek sıkıntı mevcut sigorta sistemini kimin ödeyeceği ama bu sistem oturursa onu da bir şekilde vatandaşa çakarlar.

Bunun bir örneği Almanya’daki Mini-Job/Midi-Job uygulaması mesela. Belli bir yerde ayda 47 saat çalışıp 450 euro alıyorsan, buna Mini-Job deniyor ve patronun senin için vergi vermiyor. 1300 euroya kadar buna benzer çalışıyorsan adı Midi-Job oluyor ve patronun az vergi veriyor. İki işin de emekliliğe vs. faydası yok. Haftada 5 gün çalışacak 1 TAM İŞÇİ yerine firma bir sürü 1 GÜNLÜK İŞÇİ alabiliyor. Her sektörde yok ama bunun haftada 4 iş günü bahanesiyle yaygınlaşması işsizliği tamamen dibe çekecektir. Almanya bu sistemin faydasını çok gördü ve işsizlik biraz da bu sayede diğer ülkelere göre bayağı düşük.

Türkiye’yi nasıl etkiler?

Türkiye uzun süredir 8x5 sistemini bile kullanmıyor. İnsanlar 10x5, 12x5, 10X6 gibi korkunç saatlerle çalışıyor. O yüzden kısa vadede bu düzen Türkiye’ye gelmez. Ama kritik işler yapılan az sayıda sektörde denenecektir. Bunun amacı da kişilere bağımlı sistemi kırıp, ücret pazarlığındaki gücü işçiye vermemek olacaktır. Özellikle teknoloji alanında yükselen ücretler çok sayıda şirketi rahatsız ediyor. Yeni mezunlara bir şeyler öğretip bu modelde işi onlara dağıtmayı deneyeceklerdir. Şu saatten sonra teknoloji alanında Türkiye’de olacak her gelişme eleman ihtiyacını kapatıp, ücretleri baskılamak yönünde olacaktır.

Özetle haftalık 4 gün mücadelesi 100 yıldır unutulmuş, şirketlerin ve devletlerin üstüne yattıkları bir konu. Keynes’in öngörüsünün aksine bırakın 15 saati haftada 40 saati bile çoğumuz bulamıyoruz. Deli gibi bir teknolojik gelişim yaşıyoruz ama buna karşılık daha çok çalışıyoruz. Bunun elbette devlet eliyle düzenlenmesi şart. Ama 100 yıl bu konuyu unutturup şimdi tekrar ısıtıp önümüze koyanların başka dertleri var. Hiçbiri de işçi memnuniyeti değil, emin olabilirsiniz. Gaza gelmeden, hypelara katılmadan herkes kendi durumunu en iyi şekilde korumanın hesaplarını yapmalı. Haftada 4 gün bir mücadele sonucu elde edilseydi farklı konuşabilirdik ama şu an önümüze konacak hali korkunç tehlikeler içeriyor.

--

--